Her Şey Şu Cep Telefonuyla Başladı
Çok değil, bundan 25 yıl önce, 23 Şubat 1994’te girdi cep telefonu hayatımıza. Gelişiyle birlikte büyük
kolaylıklar da getiren cep telefonlarıyla kısa bir süre sonra acil olsun olmasın aile bireylerimize, eş,
dost, akrabaya rahatça telefon edip mesaj iletmeye başladık. 25 yıl önce adı bile olmayan cep
telefonu satışı, tamiri yan aksesuarları gibi pek çok iş alanı açıldı, birçok insana istihdam sağlandı ve
bu işten ekmek yiyen geniş bir kitle oluştu. Telefon üreticileri neredeyse her yıl bir üst modelini
geliştirdi ve sonunda akıllı telefonlar çıktı. Arama ve mesaj göndermenin dışında birçok fonksiyona
sahip bu telefonları kimi radyo, kimi fotoğraf makinesi, kimi ajanda ve not defteri olarak kullanmaya
başladı. E-postalarımızı telefondan kontrol eder, en sevdiğimiz programları da telefondan izler
duruma geldik sonunda. Akıllı telefon denen bu mini TV – bilgisayar özellikle teknolojiyle barışık,
yoğun çalışan kişiler için vazgeçilmez hale geldi.
Akıllı telefonların günlük hayatımıza katkılarını saymakla bitmez dersek abartmış olmayız. Ancak her
güzel şey gibi getirisi kadar götürüsü de oldu bu telefonların.
Uygulamalar
Telefonlarımızdan Internet aracılığıyla yararlanabileceğimiz uygulamalar da saymakla bitmiyor. Gün
içinde su içmemizi hatırlatandan tutun da bugün hangi egzersizi yapacağımızı gösteren uygulamaya
kadar ne ararsanız var. İstersek adımlarımızı da saydırabiliriz telefona. En bildik sosyal medya
uygulamalarıyla, görmesek de takipte olduğumuz tanıdıklarımızdan haber alabiliyoruz. Maalesef
cenaze ve düğün haberlerini de çoğunlukla sosyal medyadan alır olduk. Bizi sanal ortamda
yakınlaştırıp gerçek ortamlardan uzaklaştırdığı da şöyle aklımızın bir kenarında bulunsun.
Genç nesil bu telefonların hakkını en çok veren kesim diyebiliriz. Teknolojiyle doğar doğmaz tanışan
çocuklarımız konuşmak yerine mesajlaşmayı tercih ettiğinden yazışmaya başladılar telefonda. Zaman
kısıtlı ve anlatacak çok şey olunca kendi aralarında kısaltmalardan oluşan bir tür dil de geliştirdiler.
Güzel Türkçemizi telefonlarda pek de güzel kullanıyorlar diyemeyiz. Okullarda yazı çalışmalarına ne
kadar ağırlık verilse de yazma becerileri bir türlü defalarca müsvedde yazıp, çizgisiz dosya kağıtlarına
kompozisyon yazmadan sınıf geçemeyen nesiller kadar gelişemedi. Gelişecek gibi de durmuyor. İmla
hatasından tutun da ifade bozukluklarına kadar birçok rahatsızlık geçiriyor şimdiki gençler, hem de en
bulaşıcısından. Tabii bunlar teknik sorun sayılabilir. Asıl sorunsa yazışmaları yaparken, sözün uçup
yazının kaldığını; teknolojik bir aletle yazarken karşısında görmediği arkadaşının gerçek bir insan
olduğunu, bir kalp taşıdığını hatırlamıyor olmaları ve biz eski nesillerin mektup yazdığı gibi, kime nasıl
hitap edilir, ne nasıl ifade edilir gibi kaygılar taşımamaları. Sanal zorbalık için çok uygun bir yer telefon
ve Internet.
Sosyal Medyayı Çocukların Ulaşamayacağı Yere Mi Koyalım?
Tabii ki hayır. Çağın sunduğu imkanlardan herkes kadar çocukların ve gençlerin de yararlanması
gerekir, gerekli eğitimi alıp belli olgunluğa geldikten sonra. Şimdiki neslin bilişim okur yazarı olarak
yetişmek zorunda olduğunu biliyoruz. Ancak çocuklarımız evde bizim, okulda öğretmenlerin
gözetiminde büyürken onların sanal ortamda tek başına dolaşması yeterince güvenli değil. Yetişkin
yönlendirmeleri de küçük yaşta telefon kullanmaya başlayan çocuklar için oldukça önem taşıyor.
Değerlerimizi öğrenerek büyüyen çocuklar sanal ortamlarda da dikkatli davranabiliyor.
Yetişkinler Sanal Ortamda Ne Kadar Yetişkin?
Yetişkinlerin de kendilerini bu konuda ne kadar yetiştirdiklerine bir bakalım. Benim neslim Internet ve
cep telefonuyla yirmili yaşlarda tanıştı diyebilirim. Biz eskiler biraz daha temkinli davranıyoruz
teknolojik araçların kullanımında ve sanal ortamda. İstisnalarımız da var tabii. Ben sosyal medyadan
yararlanmayı sevenlerdenim diyebilirim. Günlük haberleri, köşe yazılarını, e-postalarımı
telefonumdan takip ediyorum çoğunlukla. Yazım kılavuzu ve sözlük olarak da kullanırım telefonumu.
Whatsapp Grupları
Kontrol edemediğim ve bir türlü ısınamadığım uygulama Whatsapp uygulaması diyebilirim. Aslında
çok kullanışlı bir mesajlaşma uygulaması ama insan bazen bu kadar çok mesaj almak istemiyor. Belki
de en sevimsiz kısmı Whatsapp grupları. Hani şu birbiriyle ucundan bir yerden alakalı gibi gözüken,
aslında alakasız insanların bir arada olduğu gruplar. Yıllar önce liseyi birlikte okuduğum ve hala
görüştüğüm, çok sevdiğim bir arkadaşım bizim sınıftan başka arkadaşların telefonlarını bulup bir
Whatssapp grubu kurmuştu. Başka sınıflardan bazılarımızı tanıyan bir iki kişiyi daha eklemek istedi.
Sonra onlar da kendi sınıflarından birilerinin gruba eklenmesini isteyince yarısından çoğunu
tanımadığım bir sürü kadının ortasında buldum kendimi. Farklı dünyalara dalmış eski arkadaşların
sabahın köründe başlattığı sohbetler, paylaşılan görseller, yemek tarifleri ve birçok takip etmek
istemediğim konu beni pek açmadı doğrusu. Önce grubu sessize aldım. Sonra baktım olmuyor,
gruptan çıktım. Yanlışlıkla ayrıldığımı sanan arkadaşım beni tekrar ekledi. Pek çoğu da geri hoş geldin
diye mesaj yazdı. Grupta olmadığım kısa süre içinde konu enine boyuna görüşülmüş, kimi gruptan
çıktım diye bozulmuş, kimi burnumun büyüdüğünü ve çok değiştiğimi düşünmüş ama sonunda
yanlışlıkla çıktığım kanaatine varılmış. Mecbur bir müddet daha takıldım, üç gün kadar… Sonra
arkadaşıma gruptan çıkacağımı, bir daha beni eklemesini istemediğimi söyledim ve çıktım. Ayrıldığım
tek grup bu olmadı tabii. Eski dostlarla görüşmek, haber almak tabii ki güzel. Ama eskiden tanıdığımız
herkes bizim dostumuz mu? Belli sebeplerle bir araya geldiğimiz herkesle aynı mesafede kalmak ve
her şeyimizi paylaşmak zorunda mıyız? Yıllar önce çocukluk ya da ergenlik dönemini paylaştığımız
insanlara menopoz ya da andropoz döneminde de tahammül etmek zorunda mıyız, üstelik aradan
onca yıl, onca yaşanmışlık geçmişken, hepimiz evrim geçirmişken? Ben değilim doğrusu.
Akrabaların, aynı sınıfta okuyan öğrencilerin velilerinin, birlikte proje yürüten çocukların kurduğu
gruplar da var. Bu gruplarda da sağlıklı iletişim kurulup kurulmadığı tartışmaya açık bir konu. Hangi
konularda nelerin tartışılabileceği, paylaşımların hangi saatler arasında yapılacağı da önceden
belirlenip kurala bağlanmadıkça gecenin yarısında ya da sabahın köründe gibi münasebetsiz saatlerde
susmak bilmeyen bir telefonunuz oluyor. Sessize alınca da kaç mesajınız olduğunu gördüğünüzde
şaşıp kalıyorsunuz ve o mesajların tamamını okumak da mümkün olmuyor. Farklı kültürlerden oluşan
ortamda yapılan konuşmalar da yanlış anlaşılmaya çok açık. En iyisi gruplardan uzak durmak.
SMS sadece okulların ve mağazaların kullandığı bir sistem. Telefon numaranızı değiştirerek, gittiğiniz
mağazalara numaranızı tekrar kaptırmayarak SMS’lerinizi de bir seferde sessize alabilirsiniz. Aksi
halde gelen her mesaj sizi mağazaya davet edecek, hepsi olmasa da biri mutlaka boşluğunuza gelip
kendinizi alışveriş çılgınlığının içinde bulacaksınız. Yeni numaranızı da Whatsapp’tan toplu mesaj
olarak rehberinizdeki kişilere iletebilirsiniz. Bu arada yeni numaranızı çocuğunuzun okuluna bildirmeyi
de unutmayın. ��
Eskiden Sanal Ortam Yoktu Biz Gerçek İnsanlardık
Tabii ki telefonun bize getirdiği imkanlardan faydalanmak hepimizin işini kolaylaştırıyor. Ancak
ilişkilerde kolaya kaçmak o kadar da iyi gelmiyor insana. Birbirimizi arayıp bayramlaşmak yerine
gönderdiğimiz toplu mesajlar, ya da sosyal medyada paylaşılan doğum günü mesajları insan ruhunu
okşamıyor. Kendi ses tonumuzla duygularımızı, neşemizi, hüznümüzü sanal değil gerçek ortamlarda
paylaşmak daha insancıl geliyor bana. Tabii paylaşmak istiyorsak…