Okul Çekilir Yer Değil Öğretmenler Olmasa
Hiç sevmedim başlarda okula gitmeyi. Sabahçı da olsam, öğlenci de olsam kalktığım saat hep gereğinden erken geldi bana. Sınıf arkadaşlarım dahil herkes benden büyük ve hızlıydı zaten. Yazı yazmaksa çok yorucu, sıkıcı ve zordu. Hem birinci hamur kağıttan olmayan defterler veriyorlar, hem de alt ucuna ataç takıp incecik kağıtların kıvrılmasını önlememizi istiyorlardı. Ben genelde defterin sağ tarafına yatarak yazdığım için yarıya kadar kıvrılıveriyor, ikinci haftadan eskimiş görünüyordu benim defterlerim. Solakların hiç güzel yazamadığını kendileri söylüyordu hem.
E o zaman solaklar yazmasalar da olurdu diye düşünerek 78 yılının sonunda okur yazmaz olmuştum. Yazabiliyor ama yazmıyordum. İkinci sınıfta öğrendiğimiz bitişik el yazısını da, beşinci sınıfta kullandığımız diviti de, dolma kalemi de hiç sevmedim. Ne zaman dolma kalemle yazsam, ucu defterimin içine batıyor, defterlerim hem kıvrık kıvrık hem de delik deşik oluyordu. (Yıllar sonra İngilizcede solaklara “penpusher” (kalem iten) denildiğini öğrendiğimde anlayabildim dolma kalemle derdimi. Meğer kalemi soldan sağa ittiğim için defterin içine batıyormuş.)
Dördüncü sınıftan itibaren Fen ve Sosyal Bilgiler derslerinde kitapta yazanları bir de öğretmenimiz dikte eder biz deftere geçirirdik. Nasılsa öğretmenimin ve arkadaşlarımın hızına yetişemiyorum diye defterin sağ yarısına uzanır, her satıra bir kelime yazardım. Böylece kimsenin hatırı kalmaz, benim defterlerim herkesin defterinden daha kıvrık ama daha beyaz kalırdı. Hem ben bir kere okuyunca hepsini aklımda tutabiliyordum. Ne gerek vardı yazmaya… Ne biçim bir yerdi bu okul? Neyse ki bazı öğretmenler şekerden yapılmış gibiydi.
İlkokul öğretmenim benim için çok özeldi. Bazen anlattıkları kafamı karıştırırdı ama yine de çok severdim onu. Bir keresinde sağı solu öğretirken yazı yazdığımız el sağ elimiz demişti. Onun yüzünden hala şaşırırım sağımı solumu. Ben sağ elimle hiç yazmamıştım ama öğretmenim yanlış söylüyor olamazdı, belki de benim sağım aslında solumdu.
Sevgili Öğretmenlerim
Ben zaten Sevim Öğretmenimi görmeye gidiyordum okula. Severdim öğretmenimi. O da bizi severdi. Ender de olsa bize kızdığında bile gözlerinin içi gülerdi. Okula hep çok bakımlı gelir, makyajını hafif yapar, o zamanlar izin verildiği için çoğunlukla pantolon giyerdi (Pantolon, kadın öğretmenlere ceza olsun diye mi, üşütüp hasta olsunlar diye mi bilinmeyen bir nedenden ara ara yasaklanırdı okullarda) . Öğretmenimiz derslerde bize canlandırmalar yaptırır, bir daha hiç unutmayacağımız şekilde öğretirdi özellikle sosyal yaşamla ilgili şeyleri. O zamanlar bilgisayar, akıllı tahta, projeksiyon gibi teknolojik ders materyalleri yoktu, kalın ve ağır ansiklopediler vardı. Her şeyi kendi yaratıcılığıyla öğretirdi öğretmenler. Yetkinlik öğretmenlerin kendisindeydi. Okul donanımı denen şeyse bir sıra bir tahtadan ibaretti.
Kimler Geldi Kimler Geçti
Ortaokul, lise ve üniversitede de bir çok öğretmenim oldu hafızamda yer eden. Ortaokuldayken Ev Ekonomisi dersi öğretmeni gelmemişti bir yıl okula, Ayşe Hocam Türkçe dersleri dışında bir de bu derse giriyordu. Hakkını da veriyordu dersin. Tığla zincir çekmeyi öğreniyorduk. ‘Ben solağım, öğretenin eli bana ters geliyor öğrenemem ben.’ dediğimde ‘Gel gel ben de solağım.’ demişti, kaçamamıştım elinden. Tahtadakileri biz deftere geçirirken sürekli ileri geri yürüyüp yanında bizim göremediğimiz biriyle konuşan İngilizce Öğretmenimizin bana bir gün çok iyi bir öğretmen olacağımı, ama önce sınavdan iyi bir not almam gerektiğini söylediğini de hatırlıyorum. Demek arada yanındakini bırakıp bizi de gözlemliyormuş, oysa bir tek biz onu gözlüyoruz sanıyordum.
O zamanlar hiç beceremediğim halde matematikten geçmem için benim sözlü notumu uzun süre kurşun kalemle yazılı bırakan Yakut Hocamı, tiyatro kulübünde Aziz Nesin’in “Pırtlatan Bal” oyununu oynayacağız diye bana arı rolü veren bir de bize şarkı besteleten, tüm yıl provalar yaptıktan sonra da emeğimize üzüldüğünden olsa gerek gözü nemli bir şekilde ‘Çocuklar üzgünüm bu oyunu bazı nedenlerden dolayı sahneleyemeyeceğiz.’ diyen aslında Sosyal Bilgiler öğretmenimiz olan Sabri Hocamı da hatırlıyorum, oyuna çalışırken kalabalık korkusunu aynada kendi gözümüzün içine bakarak konuşursak yenebileceğimizi söyleyen Rehberlik Öğretmenimizi de…
Lisede Meslek Resmi dersinde noktalarımı beğenmeyip ‘Bunlar noktadan başka her şeye benziyor kızım!’ diyen kıvırcık saçlı öğretmenimi, bir sonraki yıl ‘Senin çizgilerin çok iyi, biraz geliştirirsen harika şeyler yapacaksın!’ diyerek beni yüreklendiren ve resim çizmeye başlamamı sağlayan Zerrin Hocamı, sınıfa her girişinde ‘Bugün sözlü!’ deyip, çıkarken de ‘Yarın sözlü!’ demeyi ihmal etmeyen oturduğu yerden kalkarak gençliğini heba etmeyen tarih hocamızı, tarihte olan her olayı harika bir hikayeye dönüştürüp bize anlatan, yaşatan Tarih Öğretmeni Nuriye Hocamızı da, okula iki dirhem bir çekirdek gelen, Coğrafya dersini bana sevdiren Saadet Hocamı da, hatırlıyorum.
Ergenlik döneminin hırçınlıklarıyla sakin sakin baş etmeyi öğreten Psikoloji dersimize de giren Rehber Öğretmenimiz Bedriye Hocama olan hayranlığım da hala azalmış değil. Tabii hatırlamakla kalmayıp hala görüştüğüm, manevi annem de olan Ayşegül Öğretmenimi de yazmadan geçemem. Lisede üç yıl onun rehberliğinde aldığımız dersler hiç sıkıcı geçmezdi. Ne yaparsan yap, yapabildiğinin en iyisi olsunu, her zaman daha iyisini yapabilirsini, insanın bulunduğu ortamı istediği hale getirmesinin kendi sorumluluğunda olduğunu, aslında güzel insan olmanın içini güzelleştirmekle başladığını ve daha bir çok şeyi ondan öğrendim diyebilirim. Daha okul yıllarında bana manevi kızım dediği ve bana bir anne kadar yakın olduğu için bendeki yeri bambaşkadır. Kızımın doğumuna gittiğimde doğumdan önce heyecanlanırım diye annem de dahil kimsenin hastaneye gelmesini istemediğimi söylediğim için kimse gelmemişti. Ama öğretmenim ailesiyle benden önce hastaneye gidip bizi beklemişti ve kendisini gördüğümde yaşadığım mutluluğu tarif edecek bir kelimem hala yok.
Herkesten Bir Şey Öğrenmek Mümkün
Hepimizin hayatından bir çok öğretmen gelip geçiyor. Hepsi de bize bir şeyler öğretiyor. Kimi ne yapmamız gerektiğini, kimi ne yapmamamız… Nasıl biri olmamız ya da olmamamız gerektiğini öğreten de oluyor. Müfredat denen şeyse diğer öğretilenler içinde en son planda kalanı. Hani onu okuyup, çalışıp siz kendiniz de öğreniyorsunuz da hayatla ilgili size öğrettikleri bambaşka oluyor okulun ve içinde her biri kendine biçilmiş rolü oynayan öğretmenlerin. Benim öğretmenlerim de beni ben yapan özelliklerimi kazanmamda ve öğretmenliği meslek olarak seçmemde çok etkili oldular. O kadar ki okulu hiç sevmemiştim ama şimdi hiç de ayrılmak istemediğim yerlerin başında.
Öğretmenler Günümüz Kutlu Olsun
Bugün 24 Kasım Öğretmenler günü. Tüm öğretmenlerimin ve meslektaşlarımın Öğretmenler Gününü kutluyorum. Ulu önderimiz ve Başöğretmenimiz Mustafa Kemal Atatürk’ü de saygıyla anıyorum.
Öğretmenler günümüz kutlu olsun