DenemeGüncel

O Fotoğraflara Bir Daha Bak!

Geçen gün çok sevdiğim eski bir fotoğrafım geçti elime. Heyecanlandım önce, sonra gülümsedim ve ‘Yine kırmızı giymişim.’ diye geçirdim içimden.  En sevdiğim renkti kırmızı o zamanlar ve uzun zamanlar. Şimdi biraz olgunlaşıp duruldum mu ne, artık maviyi daha çok tercih eder oldum. Elimde fotoğrafım, elimde derken telefonumda, ta o yıllara gittim. Üniversitede öğrenciydim. Zaten okulun bahçesinde çektirmişim fotoğrafı. Kot pantolonum ve kolej ayakkabılarımla pek bir sadeyim. Mutlu görünüyorum. O zamanlar cep telefonu değil, fotoğraf makinesi de yok öyle herkeste. Nereden bulduysak artık makineyi çekmişiz fotoğrafı bir de tabettirmişim birden fazla ki ablama da vermişim bir tane. O da fotoğrafımın fotoğrafını çekip yollamış bana. Bendeki kopyası kim bilir nerede derken aklıma albümlerimi karıştırmak geldi.

Açtım dolabı, çıkardım albümlerimi. Bazılarını çok özenerek, tarihlere, gittiğim yerlere, kişilere göre sınıflandırmışım fotoğrafları. Kimini de öylece fotoğrafçının verdiği zarfın içinde bırakmışım yanında bir sürü mini boş fotoğraf albümüyle. Onları da fotoğrafçı hediye etmiş zaten, hani bir film tabettirene hediye edilen şu albümlerden. Şimdi de var mı böyle kampanyalar, bilmiyorum ama artık benim gibi çok fotoğraf çekenler pek bastırmıyor fotoğrafları. Öylece duruyor bilgisayarda, telefonda ya da sosyal medya hesaplarındaki albümlerde.

Tek tek bakmak mümkün değil, bir sürü fotoğraf var. Hepsine bakamasam da şöyle bir karıştırayım dedim albümleri. Hemen hemen hayatımın her döneminden var fotoğraflar. Çocukluğumdan pek yok ama fotoğraf. 1900’lü siyah beyaz yıllara çocukluğu denk gelenler bilir. Fotoğraf makineleri herkeste olmaz, evde varsa da çocukların ulaşamayacağı yerlere kaldırılır, bir film alınıp makineye yerleştirilir sonra da sırası geldikçe fotoğraf çektirilirdi. Bir kere üstün başın düzgün olacak, hep bir araya gelinecek, fotoğraf çekebilecek biri göze kestirilecek, güneş doğru yerde değilse güneşin yeri değiştirilecek, şaka şaka fotoğraftakiler yer değiştirecekti ki fotoğraf çekilsin. Hadi diyelim çektik fotoğrafı, henüz dijital fotoğraf makineleri olmadığından nasıl çıktığımızı görüp beğenmezsek yeniden çekemezdik. Makinenin içindeki filmin bitmesi beklenecekti bir de fotoğraflar basılsın, güzel çıktıysa herkes için çoğaltılsın diye. Bazen haftalarca makinedeki film bitsin diye, sonra da günlerce fotoğrafçı bassın diye beklerdik. Tüm bu bekleyişlerin sonunda mutlu son da garanti değildi hiçbir zaman. Bir de bakardık, film yanmış, onca fotoğraf, onca poz boşa gitmiş. Ağladığımız bile olurdu bu yüzden. Düşünsenize çok sevdiğiniz kuzeniniz gelmiş yurt dışından, o yazdan size hepi topu birkaç fotoğraf kalacak anı diye, onlar da yanmış… Büyük trajediydi aslında fotoğraf çektirmek. Hele bir de düğün fotoğraflarınızın istediğiniz gibi olmadığını düşünün…

Bir keresinde ailece fotoğraf stüdyosuna gitmiştik, yurt dışında öğretmenlik yapan babama gönderecektik çektirdiğimiz fotoğrafı. Babam mı istemişti, annemin mi aklına gelmişti, ben bilmem ama çok keyifli olmuştu çektirmek fotoğrafı. Herkes süslendi, püslendi fotoğraf çektireceğiz diye hazırlandı. O zaman farkında mıydım, bilmiyorum ama şimdi baktığımda ben hariç fotoğraftaki herkesin yazlık bir şeyler giyindiğini görüyorum. Ben herhalde yine kırmızı diye çok sevdiğim soğuk havaların elbisesini giymişim. Evimize yakın bir stüdyoydu, biz de yürüyerek gitmiştik. Fotoğrafçı bizi güldürmek için çok uğraşmıştı. Büyük ablam her zamanki gibi hanım hanımcık durmuştu. Öteki ablam da üst dişleri yok diye dişlerini göstermek istemiyordu. Fotoğrafçı onu güldüreceğini sanıp ‘Dişlerini fare mi yedi?’ diye talihsiz bir soru sorunca o da inadına ağzı kapalı gülmüştü. Ben de ona eşlik etmiştim. Yoksa benim tarzım değildi gülerken ağzımı kapatmak. Çok güzel olmuştu fotoğraf, hepimiz gülümsemiş ama gözlerimizdeki hüznü saklayamamıştık. Özlemle bakıyorduk belli ki babama. Fotoğraf ne kadar sonra ulaştı babamın hiç gitmediğimiz evine bilmiyorum. Mektubu postaya verdiniz mi epey uzun sürerdi yerine ulaşması. Tut ki ulaştı, cevap gelinceye kadar ilk gönderen bir yaş daha atardı. Yıllar sonra ilk ziyaretine gittiğimde evinin salonunda gördüm o fotoğrafı babamın. Ne zaman baksam o fotoğraf beni hep etkiler ama bu sefer babamda bıraktığı etkiyi de hissetmiştim herhalde. Bir fotoğrafın insana neler hatırlatacağını kim tahmin edebilir ki…

Sonra bir fotoğrafım daha geçti elime. Bu renkli olanlardan. Yirmili yaşların ortalarına gelmişim artık. Saçlarıma henüz ak düşmemiş, boya değmemiş. Maskelememişim yüzümü makyajla. Yine doğal, yine ben gibi çıkmışım. Daha dünyanın kaç bucak olduğuyla ilgili fikrim oturmamış. Yanımdakinin gözlerinin içine bakarak konuşuyorum. Ben fark etmemişim fotoğraf çekildiğini ama o fark etmiş, bana da bakayım diye işaret ediyor. Ben yine ne anlatıyorum, onlar ne yapıyor diye geçiriyorum içimden. Yıllarca ben gözlerinin içine bakıyorum, o da fotoğraf makinelerine… İnsanlar hiç değişmiyor, kendimden biliyorum…

ZAMANDA YOLCULUK

Şu kırmızılı fotoğrafım beni nerelerden aldı, nerelere götürdü… Her fotoğrafın hikayesini anında uydurmuyorsam, hatırlıyorum ve bu çok ilginç geliyor bana. Sanki bir zaman makinesi ile oralara gidiyorum. O günün havası, kokusu, derdi – tasası, eğlencesini hissediyorum. Bildiğimiz geçmişe dönüşleri (flashback) yaşıyor insan fotoğraflarla adeta, şu filmlerde olayın kahramanını geçmişine götürenlerden. Herkes kendi hikayesinin kahramanı ya…

Film kahramanları gider de geçmişe biz gidemez miyiz? Gideriz tabii. Yalnız seyahat etmek istemeyenler her perşembe eski bir fotoğrafını sosyal medyada paylaşarak gidiyor geçmişe. Hem kendilerini o yıllardan tanıyanları da götürüyorlar geçmişe hem de yeni tanıdıklarına ‘Ben de bir zamanlar gençtim.’, ‘O gördüğün çizgiler bir zamanlar yoktu.’, ‘O zamanlar benim de saçlarım vardı, hep kel değildim herhalde!’ gibi mesajlar da veriyorlar. Benim yaşıtlarım ve biraz büyüklerim genelde yakın geçmişi paylaşıyoruz. Çünkü eski teknolojiyle çekilen fotoğrafların çözünürlüğü düşük olduğundan görüntü kalitesi yok. Bir de o günün modası olan kıyafetleri her ne kadar beğenerek giyinmiş olsak da bugün baktığımızda gülme krizlerine girip kendimizi rüküşlükle suçlamak gibi eğilimlerimiz var. Oysa ne güzel göründüğümüzü sanıyorduk modayı takip ederken. Ayrıca muhteşem kalitede fotoğraf makinesi olan cep telefonlarımızla çektiğimiz öz çekimler bu kadar güzel çıkarken takipçilerimize kıyamıyoruz tabii. Şaka bir yana herkes güzel anlarını bir fotoğrafla yakalamak, belki de ihtiyaç anında dönüp hatırlamak istiyor. Belki de ondan hep güzel olanlar paylaşılıyor sosyal medyada. Paylaştıkça çoğalsın güzellikler diye. Kimse yağmurda sırılsıklam anın tadını çıkaran birinin fotoğrafı yerine evin mutfağını nasıl su bastığını ya da harika bir kar manzarası yerine kara saplanmış araba lastiklerini görmek istemez doğrusu.

Fotoğraf çekmek kadar fotoğrafa bakmak da sanat. Fotoğraftan öncesini, sonrasını, gözlerle anlatılan hikâyeyi okumak da… Belki sizin de fotoğraf albümlerinizi karıştırma, yakın tarihinizi hatırlama vaktiniz gelmiştir. Tabii yirmilik fotoğrafınızı paylaşmak için hala karıştırmadıysanız.

Daha Fazla Göster

İlgili Makaleler

Bir cevap yazın

Başa dön tuşu