Deneme

Seksenlerde Çocuk Olmak

Çocukluğunu 80’li yıllarda geçirenlerden misiniz? Öyleyseniz bilirsiniz, değilseniz de mutlaka birileri seksenli yıllarda yaşanan çocukluk döneminin en güzeli olduğundan bahsetmiştir. Ben de şöyle kısa bir özetlemek isterim. Seksenler kimilerine yokluk günlerini hatırlatıyor olabilir fakat manevi doyumun yüksek olduğu zamanlardı.

Bayramlar

Bırakın cep telefonunu, ev telefonlarımız yoktu. Bağlatmak için PTT’ye başvurur bir iki yıl beklerdik sıra bizim eve gelsin diye. Komşusunun telefonu olan şanslıydı. Sizi biri ararsa komşunuz seslenir çağırırdı. Telefonu kapatır, birkaç dakika sonra tekrar aramasını söylerdi karşı tarafa ki fazla yazmasın. Sonra siz gidip biraz beklerdiniz telefonun yeniden çalmasını. Biz şanslıydık. Seksenlerin başında evimize telefon bağlanmıştı. Bayram sabahlarında memleketteki amcamızı arardık. Uzun bir maceraydı uzaktakilerle konuşmak. Önce santrale bağlanır, amcamızın numarasını verirdik. Tamam telefonunuz bağlanacak derlerdi. Biz de kahvaltımızı yapar, komşularla bayramlaşır, annemim kuzenleri, dayılarım, eş dost akraba sırayla ziyarete giderdik. Bayram harçlıklarını cebimize koyar eve gelirdik. Akşam sekiz buçuk, dokuz gibi telefon çalar, santraldeki memur ‘Telefonunuzu bağlıyorum.’ derdi. Sabah aramıştık ya amcamı, işte o telefon. Şimdilerde aradığımız kişiye ulaşamadığımızda, başka biriyle görüşüyorsa ya da telefonu açmıyorsa sabırsızlanıyoruz ya biz hiç sabırsızlanmazdık seksenlerde. Öyle oturup da beklemezdik de. Mektup yazardık sevdiklerimize, postaneye gidip pul alır, özenle yapıştırıp gönderirdik. Önce gitsin diye beklerdik. Yazdığımız kişi alır, okur, cevap yazarsa da gelsin diye. E-posta diye bir şeyin hayalini daha kurmamıştık. Gerçi bir gün ışınlanabileceğimize inancımız sonsuzdu ama… Ah o Uzay Yolu dizisi yok mu?

Televizyon ve Radyo  Keyfi

Dizi demişken seksenlerde henüz tek televizyon kanalımız vardı, akşam belli saatlerde açılır, gece yarısı olmadan kapanırdı. Siyah beyaz programlar arada renkli de yayınlanırdı. Bazen evinde renkli televizyon olan komşularda toplanılır ve dizi seyredilirdi. Yabancı diziler haftada bir yayınlanır, yüzlerini hiç görmeden seslerinden tanıdığımız, isimlerini ezbere bildiğimiz seslendirme sanatçıları çevirisi özenle yapılmış filmleri işitsel olarak da şölene çevirirdi. Google olmadığından bulamazdık öyle seslendirme sanatçılarının fotoğrafını. Ünlülerin herkese açık Instagram sayfası da yoktu seksenlerde.

Küçük Ev ve örgülü saçlarıyla Laura hafta sonları en sevdiklerimizdendi. Pazar sabahları erkenden Pazar Sinemasını seyrederdik.  Aşk Gemisi, Tehlike Çemberi, Charlie’nin Melekleri her hafta ödevleri bitirip izleme hakkı kazandığımız dizilerdi. Dallas ise en çok izlenen diziydi. Öyle reyting ölçerimiz falan yoktu fakat mahallenin evcil hayvanlarına takılan Bobby, Lucy, JR gibi isimlerden de bilirdik en çok Dallas’ın seyredildiğini. Rahmetli anneannem Dallas oyuncularının bizim evdeki Nordmende televizyonun içinde yaşadığını ve gerçek bir aile olduklarını zannederdi. Bir keresinde Dallas’taki Pamela’yı başka bir sinema filminde başka bir karakterle sevgili olarak görmüş ve kocası Bobby’yi aldattığını zannederek ona çok kızmıştı. Biz de çok gülmüştük. Anneannem ve onunla geçen anılarımız da seksenlere ayrı bir tat katmıştır benim için.

Okulda okul radyosu yayını vardı. Sabahçı öğrenciler ve öğlenci öğrenciler için iki kere yayın yapardı radyo. Okulumuzda tüm sınıflarımıza okul radyosu için hoparlör sistemi kurulduğunu hatırlıyorum. Radyo Tiyatrosu, Arkası Yarın, heyecanla yarın neler olacak diye tahmin etmeye çalıştığımız programlardı. Ergün Uçucu masallar okurdu çocuklara radyoda ve televizyonda Uykudan Önce programında. ‘Gak gak…,’ dedi karga deyişi hiç aklımdan çıkmayan repliklerindendir sanatçının.

Arkadaşlarımız ve Komşularımız

Seksenlerden aklımda kalan ve içimi ısıtan en güzel anılarım da mahalle arkadaşlarımın olduğu anılar. Mahallede oyunlar oynardık hep birlikte. Sokağa ilk çıkan ‘Saklambaç oynayan kaleye mum diksin!’ diye bir ritim tutturur, herkes merdivenleri üçer beşer koşarak sokağa iner, yeterince kalabalık olunca- ki üç beş dakikamızı alırdı bu- saklambaç, yakar top, dokuz taş, bildiğimiz ne varsa oynardık. Çok koşar çok yorulurduk. Susayıp acıkınca en cesur olan kendini feda eder, alt katlardan birinin camını çalar, su isterdi. Kendi çocukları da oynayan komşularımız bize su bazen de yiyecek bir şeyler verirdi. Böylece yemeği geçiştirirdik bazen de herkes yemeğini annesinin ısrarı üzerine gider evinde yer, tekrar oyuna katılırdı. Öyle birini oyundan dışlamazdık ama mızıkçılık yapanı da affetmezdik.

Komşular birbirinin çocuğuna sahip çıkar, okuldan geldiğinde karşılar, bazen tüm gün bakar, karşılığında ücret talep etmezdi. Hata yapınca bizi güzel güzel uyarır, büyüklerimize şikâyet etmezlerdi.

Okul

Okulda hemen herkes eşit görünürdü. Alım gücü yüksek olan aileler de pek bir şey alamazdı çünkü neredeyse her şey tek tipti. Defter kaplarımız şimdiki yağlı fırın kağıtlarını andıran bir dokuda, kırmızı ya da lacivertti. Kırmızı, beyaz ve lacivert üzerinde sarı yaldızlı yaprak olan naylon defter kapları da vardı ama onlar pahalı grubuna giriyordu. Düz renk kurşun kalemlerimiz vardı, silgili ve desenli kalemler diğer çocukları özendirdiği için okula pek gönderilmezdi. Güzel yazı defterlerimiz ve divit kalemlerimiz ve mürekkep kaplarımız vardı. Mürekkep kurutma kağıtlarımız da.

Karnelerimizi öğretmenlerimiz elle yazar, ortaokul ve lisede notlarda silinme ya da değişiklik yapılmasın diye üzerine şeffaf bant çekerlerdi. Not defterleri vardı. Biraz kızdırdık mı, ‘Şimdi sözlü!’ der, not defterlerini çıkarır ve titretirlerdi bizi. Öğretmelerimizi koşulsuz sever, saygı gösterirdik. Akademik başarıdan çok davranışlarımızla iyi insan olmamızın önemsendiğini bilirdik. Uslu ve saygılı olmak bizim için önemliydi. Ailelerimiz için de.

Seksenler anlatmakla bitmez… Hep mutlu, hep çok güzel geçmedi o yıllar tabi. O dönem yurtta yaşanan her olaydan yetişkinler kadar çocuklar da etkilenirdi. Ama ben güzel olanları paylaşmak istedim. Yoksa yağ, tüp kuyruklarını, üç apartmanın sıralandığı sokakta hep birlikte oynarken ‘Gidin kendi kapınızda oynayın!’ deyip kafamıza su döken hanım teyzeyi, en ufak bir hatada cetvelini eline alan öğretmenleri de hatırlıyorum. Tümüne rağmen seksenler güzeldi benim için. Bazen kötü örneklerden de nasıl olmamamız gerektiğini öğrenebiliriz.

Daha Fazla Göster

İlgili Makaleler

Bir cevap yazın

Göz Atın
Kapalı
Başa dön tuşu