DenemeKişisel Gelişim

Alaaddin’in Sihirli Lambası

Çocukluğuna Dön

“Şimdi içinizdeki çocuğun elini tuttuğunuzu ve birkaç gün boyunca her
yere birlikte gittiğinizi hayal edin.”

Louise L. Hay
21 Günde Güç İçinizde – Koridor Yayıncılık

Tut Elimi

Gerçekten de içimdeki çocuğun elini tuttum ve birkaç gün birlikte
dolaştık. Ne yalan söyleyeyim, arada evde, gittiğimiz kafede,
otobüste, vapurda, orada, burada unutup çıktığım oldu onu. Çok
güçlü bir çocuk olduğu için ilerleyen yaşıma verdi unutkanlığımı,
alınganlık yapmadan her seferinde kendisi yanıma döndü. Kişisel
gelişim kitabındaki bir alıştırma sayesinde yanıma çağırdığımı
bildiğinden mi ne, gün içerisinde sık sık yapmam gereken alıştırmaları
bana hatırlattı. Kendisiyle birlikte şen kahkahalarını, muzipliğini, sulu
gözlerini de getirdi küçük cadı. O yanımdayken ben de kendimi daha
özgür ve neşeli hissettim doğrusu. Sohbetlerimde sık sık
çocukluğumdan bahsettim. Kızımla da iyi anlaştılar. Bir olup beni
sürekli muziplik yapmaya davet ettiler. Ben de hayır diyemedim.
“Küçükken en çok ne yapmaktan hoşlanırdınız? Aklınıza gelen her şeyi
yazın. Bu şeyleri en son ne zaman yaptınız? Genelde içimizdeki
ebeveyn bizi durdurur çünkü yetişkinler böyle şeyler yapmazlar.” dedi
Louise.

Hiç de Bile!

Ben hala gördüğüm yaprakların üzerine basıp hışır hışır konuşmalarını
dinliyorum. Neler anlatıyorlar neler, bir bilseniz… bulduğum dört
yapraklı yoncaları kitaplarımın arasında topladığım yapraklarla birlikte                                                  kurutuyorum. Kar yağınca başımı göğe kaldırıp dilimi dışarı
çıkarıyorum, yakaladığım kar tanesi benimdir. Gördüğüm kar yığınına
kendimi sırt üstü atıyorum, hiç de sırtım acımıyor. Yağmurda kollarımı
açıp tamamen ıslanana kadar bekliyorum. Gördüğüm hiçbir su
birikintisini boş geçmiyor, var gücümle suyu sıçratıyorum. Yağmurdan
sonra çıkacak gökkuşağını bekliyor, dileklerimi daha yağmur
dinmeden hazırlıyorum çünkü hiçbirini atlamaman gerek. Önce yeşili
buluyorum gökkuşağında ve o benim oluyor. Yeşil demişken, doğayla
olan bağımı hiç koparmadığımdan her mevsim geçişinde çiçek dikiyor,
bulduğum tohumları doğaya dağıtıyorum. Kitaplarda yazmaz ama
rüzgâr, böcekler bir de BEN sağlıyoruz çiçeklerin çoğalmasını, tıpkı
çocukluğumdaki gibi… Ama ben bunları yapıyorum da… Alaaddin ne
yapıyor acaba?

Evet, bildiniz! Alaaddin benim çocukluk arkadaşım. Hani yediği, içtiği
bir derler ya. O! Biz çocukken daha “kanka” kelimesi uydurulmamıştı.
Birbirimize isimlerimizle hitap ederdik. Hayır, hayır Alaaddin benim ilk
aşkım falan değil. Herkes klasik yetişkin ruhuyla bizi yakıştırmaya
çalışırdı ama ikimiz de çok kızardık. Ben zaten insanların hala bir kızla
erkek arkadaşlık yaptığında illa bir bit yeniği aramasını anlamış
değilim. Neyse… Biz birbirimizi arkadaş olarak severdik. Hem de çok.
Ben başka bir oğlana aşıktım, o da başka kıza ama söyleyemiyorduk
onlara.

Yaşasın Aynı Sınıftayız!

Şu kitap ve içindeki alıştırmalar, içimdeki çocuk falan derken bir gün
arkadaşlarıma çocukluğumdan bahsetmeye başladım. İlk aklıma gelen
Alaaddin oldu tabii ki. Aynı apartmanda oturuyorduk. Okula çok
küçük başladığımdan ve o zamanlar 5 yaşındaki çocukları okula
almadıklarından, annemin okuluna kaydetmişlerdi beni. Annem de
okulda olduğu için geçiş süreci daha kolay olurmuş, okula alışırmışım,                                                              hem bir okulda kayıtlı olunca evimizin elli metre uzağındaki, ağabeyim
ve iki ablamın da gittiği okula nakil yapmak daha kolay olurmuş diye
konuşuluyordu. Ben nakil de neyse artık diye anlamaya çalışırken, bir
hafta sonra annem beni evimizin dibindeki okula nakletti, ben de
anladım… Okulum değişiyor, bir hafta içinde çok sevdiğim
öğretmenimden ve arkadaşlarımdan ayrılıyordum. Kimse fikrimi
sormamıştı. Ben annemin okulunda okumak istiyordum, ağabeyim ve
ablalarımın okulunda değil. Bana neydi bir kere diye tepinedururken,
Pazartesi geldi çattı. Annem ve babam kendi okullarına
gideceklerinden ben ağabeyim ve ablalarımla yeni okuluma gözlerim
yaşlı gittim. Beni yeni sınıfıma götürmek, göz yaşlarımı ve
sümüklerimi silmek canım Ablam Saliha’ya düştü. Sınıfa girerken hem
ağlıyordum hem de yeni öğretmenimi ve arkadaşlarımı görmeye
çalışıyordum. Bir de baktım Alaaddin en arka sırada oturuyor. Çok
utanmıştım ağlıyorum diye ama bir yandan da onu gördüğüme
sevinmiş, burada da birlikte çok eğlenebileceğimizi düşünmüştüm.

Yakar Top Oynayan Kaleye Mum Diksin!

Alaaddin çok eğlenceli bir çocuktu. Mütevazı olamayacağım, ben de
öyleydim. Bazen birlikte ödev yapardık. Bir keresinde Fen Bilgisi
ödevimizi yaparken evimizin karşısındaki tepede artezyen kuyusu
kazmaya kalkmıştık. Tepenin yanındaki evde oturan komşularımız
açtığımız kuyuyu kapattırmışlardı. Acıbadem’de üç apartmanının yan
yana dizildiği, apartmanların karşısında bir köşk ve müstakil evlerin,
bir de çok sevdiğimiz tepenin olduğu bir sokakta oturuyorduk. O
küçük sokakta oynanan yakar top, dokuz taş oyunlarını genellikle
Alaaddin ve ben başlatıyor, gürültüden rahatsız olan yan apartman
komşumuz Sabriye Hanım Teyzenin bizi uzaklaştıramadığında,
çiçeklerini suladıktan sonra tepemizden su dökmesi de bizim için çok
eğlenceli oluyordu. Sabriye Teyzenin çocuklara sabır gösteremiyor
olması ne trajikomikti. Üç apartmanın arka tarafta ortak bir bahçesi
vardı. Apartman girişinden iki kat aşağıya inmek, karanlık bodrumdan                                                          geçmek kimsenin işine gelmediğinden ikimizin bahçesi gibiydi orası.
Önden o gidip bahçeye açılan kapıyı açıyor, içeri ışık sızdığında ben de
bahçeye çıkıyordum. Acıbadem’deki diğer bahçelerde çok güzel
çiçekler olurdu. Biz de sık sık o bahçelere gider, birimiz gözcülük
yapar, boşta olanımız da beğendiğimiz çiçekleri kökünden çıkarır,
bahçenin zarar görmemesi için elimizden geleni yapar, sonra o
çiçekleri kendi bahçemize dikerdik. Asla çiçekleri dalından
koparmayacağımıza söz vermiştik birbirimize.

Haaa! Tamam O Zaman!

Ya dördüncü sınıftaydık ya beş, bir gün Alaaddin okula gelmedi.
Okuldan sonra soracaktım annesine, hasta mı diye. Öğrendim ki
sünnet olmuş. Çok kızmıştım. Erkek çocuklarına böyle kötü
davranmaları beni çok üzüyordu. Ne demekti Allah’ın verdiği bir şeyi
kesmek. Hem artık çişini nasıl yapacaktı? Belki de o istemiyordu.
Fikrini sormuşlar mıydı? Bir de evde kutlama yapıyorlardı. İnat edip
gitmeyecektim ama Alaaddin ben kapıda annesiyle konuşurken bana
seslenip davet etti. Onu böyle yalnız bırakamazdım. Bir gün sonra
hazırlanıp evlerine gittim. Bizim iki kat üzerimizde oturuyorlardı. Onu
görünce her zamanki gibi birinin bir yeri kesildiğini duyduğumda aynı
yerde hissettiğim acıyı hissedeceğimi sandım. Ama kendimi zorladım
metin olmak için. Zaten bu acıyı neremde hissedeceğimi de
bilmiyordum. Eli kesilmemişti ki! ‘Acıyor mu?’ diye sordum.
Acımıyormuş. Rahatlamıştım. Çişini nasıl yapacağını sorduğumda
aydınlattı beni. Haaa, tamam o zamandı, hepsini kesmemişler. Çok
rahatlamıştım. Bana neydi ama, o benim canım arkadaşımdı.
Ben bunları anlatıp kendi cehaletime gülerken bir arkadaşım sordu:

“Ne Yapıyor Alaaddin Şimdi?”

Bilmiyordum. Ortaokula geçtiğimizde ikimiz de farklı okullara
gitmiştik. Biz bir süre sonra oturduğumuz evden taşındık. Eski
mahallemize uğradığımız bir iki seferde gördüm onu. Sonra koptuk.
Telefonla da sohbet edilmezdi ki o zamanlar. Cep telefonu, Whatsapp
falan da yoktu ki mesajlaşalım.
Gerçekten de otuz beş yıldır görmediğimi fark ettim arkadaşımı.
Kendimi sorguladım nasıl bu kadar güzel bir arkadaşlığın
çocukluğumda kalmasına müsaade ettim diye. Yanımda taşıdığım
çocukluğum da kızıp durdu bütün gün. ‘Üzülme! Belki bir gün
bulurum izini.’ dedim. Rahatladı. Hem Alaaddin’i ben de çok
özlemiştim. Kim bilir, o da belki beni anıyordur diye düşündüm.
ALAADDİN’İN SİHİRLİ LAMBASI VAR MIYDI?
Akşam ben, kızım ve küçük ben kızımın tiyatro provalarına gittik.
Provalardan sonra kızlar ‘Hadi biraz dolaşalım!’ dediler. Çok
üşüdüğümü ve bir an önce eve gitmek istediğimi söylesem de ikisine
galip gelemedim. Biraz dolaştıktan sonra otobüs durağına gidip
beklemeye başladık. Bizim otobüs çok dolu geldi, bir sonrakine bineriz
diye beklemeye devam ettik. Bu seferki otobüs boş geldi ama hemen
doldu. Neyse arka koltuklardan ikisi boştu. Birine kızım ötekine ben
oturduk. Küçüklük halimi de kucağıma oturttum, oldu bitti. Bir durak
sonra kimse inmedi otobüsten ama binen çok oldu. Benim koltuğum
otobüsün arkasına bakan, hiç anlam veremediğim şekilde ters monte
edilmiş koltuklardandı. Otobüsün arkasında ayakta yolculuk yapanlar
tutunsun diye bir direk vardı. Adamın biri geldi ve o direğe tutundu.
Yüzünü bize dönmüştü. Çok tanıdığım, çok sevdiğim, çok özlediğim o
yüzünü…

NOT: Daha önceki yazılarımda Louise L. Hay’in kitabından çokça
bahsetmiştim. Yıllardır kişisel gelişim kitaplarıyla dost yaşarım. Louise
L. Hay bu tarzda okuduğum ilk ve en iyi saydığım yazarların başında
gelir. Olaylara yaklaşımı ve okuyucuya verdiği ilham çok değerlidir.

Kendi yaşam öyküsü de oldukça etkileyici. Uzun yaşamış, 2017’nin
Ağustos ayında doğal sebeplerle hayata veda etmiştir. Dünyadan
ayrıldıktan bir yıl sonra içimdeki enerjiyi açığa çıkardığı, beni
çocukluğum ve çok sevdiğim arkadaşımla buluşturduğu için artık onu
daha da çok seviyorum.

Daha Fazla Göster

İlgili Makaleler

Bir cevap yazın

Başa dön tuşu